Reklam
Reklam

EĞİTİM-SEN: “EĞİTİM HARCAMALARI ARTIYOR, EĞİTİMİN YÜKÜ VELİLERİN ÜZERİNE YIKILIYOR”

EĞİTİM-SEN: “EĞİTİM HARCAMALARI ARTIYOR, EĞİTİMİN YÜKÜ VELİLERİN ÜZERİNE YIKILIYOR”
  • 01.09.2022
Reklam

Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN) Keşan Temsilciliği Yürütme Kurulu tarafından, 2022/23 eğitim öğretim yılı eğitim durumu değerlendirmesi yapıldı.

Yazılı olarak yapılan açıklamada, balıklar halinde şunlar kaydedildi:

“EĞİTİM-ÖĞRETİM YILI BAŞINDA EĞİTİMİN DURUMU

Yeni eğitim öğretim yılı başlarken; büyükşehirler başta olmak üzere, nüfus yoğunluğu fazla olan ilçe ve mahallelerde sınıfların göre çok daha kalabalık olması beklenmektedir. Derslik sayıları yetersiz olduğu için sınıf mevcutları artmakta, ek derslik ihtiyacı karşılanmadığı için derslik sorunu devam etmektedir.

  Okullaşma oranının düşük olduğu ve eğitime erişimde sorun yaşanan bölge illerinde, okullarda eğitime dair gerekli tedbirlerin alınmadığı görülmektedir. İllerde vaka sayıları hızla artarken, kalabalık sınıf sorunu ve fiziki altyapı eksiklikleri varlığını sürdürmektedir. Okullara gerekli ödeneğin gönderilmemesi nedeniyle eğitimin bütün yükü öğrenci velilerinin üzerine yıkılmaya başlanmış, kayıt parası başta olmak üzere, velilerden çeşitli adlar altında para toplanmaya başlanmıştır.

  Geçmiş yıllarda olduğu gibi, 2022/’23 eğitim öğretim yılı başında da okullarda temizliği sağlayacak personel eksiği sorunu devam etmektedir. Uzun süredir İŞKUR personeli üzerinden sağlanan personel ihtiyacı sorununun çözülmesi için ayrılması gereken ödenekler ayrılmadığı gibi, gerekli personel görevlendirmelerinin okullar açıldıktan çok sonra yapılması önemli bir sorun olmayı sürdürmektedir. İlçemizde şu an alınan duyuma göre 56 İŞKUR çalışanın okullarda görev alacağı bu sayının yetersizliğini göstermektedir.

EĞİTİM HARCAMALARI ARTIYOR, EĞİTİMİN YÜKÜ VELİLERİN ÜZERİNE YIKILIYOR

   Eğitime ilk kez adım atacak olan pek çok öğrenci hangi şartlarda eğitime başlayacağının farkında olmasa da eğitime başlanmayla öğrenci velilerini sıkıntılı bir telaş sarmıştır. Her geçen yıl istikrarlı bir şekilde artan eğitim harcamaları, ekonomik kriz sürecinde daha da bozulan gelir dağılımıyla birlikte öğrenci velilerinin bütçesini ciddi anlamda zorlar hale gelmiştir.

   MEB, okullara ek bütçe ayırmazken okulların ihtiyaçları yine velilerin omzuna yıkmayı tercih etmiştir. MEB’in her yıl ‘Kayıtta para alınmıyor’ diye inkâr ettiği kayıt parası ve bağış sorunu bu dönem çok daha belirgin hale gelmiştir. Okullarda kayıt için “zorunlu gönüllü bağış” talebinin yanı sıra velilerden istenenler şaşırtıcı boyutlara ulaşmıştır. Veliler, kayıt sırasında paranın yanı sıra sıvı sabundan, deterjana, posta pulundan A-4kâğıdına kadar okul ihtiyaçlarının kendilerinden ‘bağış’ adı altında istendiğini belirtmektedir.

   Eğitimde yaşanan ticarileştirme adımlarının bir sonucu olarak karşımıza çıkan bu durum salgın koşullarında ekonomik olarak büyük bir yıkım yaşayan öğrenci velilerini çok zorlamaya başlamıştır.

   Eğitim masrafları öğrenci velileri açısından geçen yıla göre en az yüzde 300 oranında artmış durumdadır. Özellikle servis ücretleri, kırtasiye malzemeleri, çanta ve okul kıyafetlerinde daha önce hiç olmadığı kadar hızlı bir fiyat artışı söz konusudur.

   Öğrenci velilerinin ekonomik olarak içine itildiği ağır koşulların eğitim harcamaları üzerindeki etkisini TÜİK verileri de doğrulamaktadır.

   Türkiye ile diğer OECD ülkeleri arasında kademeler düzeyinde yapılan eğitim harcamaları arasındaki farklılıklar her geçen yıl artmaktadır.

   Devletin eğitim harcamalarına yaptığı katkı yıllar içinde istikrarlı bir şekilde azalırken, hane halkının cebinden yaptığı eğitim harcamalarının payı istikrarlı artmaya devam etmektedir. Türkiye’nin ‘eğitime en çok payı ayırıyoruz’ söyleminin gerçeği yansıtmadığını görmek için hane halkının cebinden yaptığı eğitim harcamalarının artış seyrine bakmak yeterlidir.

   Kamu kaynaklarının devlet okulları için kullanılması yerine özel okullara teşvik adı altında aktarılması, eğitimde yaşanan eşitsizlikleri ve okullar arasındaki nitelik farklarını daha da 3 derinleştiren bir işlev görmektedir. Bu durum okulları sadece devlet okulu-özel okul şeklinde ayrıştırmakla kalmamış, aynı zamanda zenginle yoksula ayrı ayrı ‘devlet okulu’, hatta aynı devlet okulu içinde gelir durumuna ya da başarı düzeyine göre farklı sınıflar oluşturulmasının önünü açmıştır.

  TÜİK’in eğitim harcamaları araştırmasının da açıkça gösterdiği gibi, Türkiye’de kamusal eğitim adım adım tasfiye edilmekte, eğitime ayrılan kamu kaynakları oransal olarak her geçen yıl azalırken, hane halkının cebinden yaptığı eğitim harcamaları kademeli olarak artmaktadır. Eğitim-öğretimin hukuken parasız olduğu ilkokulda velilerin ceplerinden yapmak zorunda kaldıkları eğitim harcamaları her geçen yıl artmış, veliler çocuklarını kimi zaman borçlanarak, kimi zaman bankalardan “eğitim kredisi” çekerek, kimi zaman da gıda harcamalarından kısarak okutmak zorunda bırakılmıştır.

   Geçtiğimiz 19 yıl içinde Türkiye’de eğitimin ticarileşmesi ve özelleştirilmesi yolunda büyük yol alınmış, bu nedenle öğrenci velileri çocuklarını okutmak için her geçen yıl daha fazla oranda cepten ödeme yapmak zorunda bırakılmıştır.

EĞİTİM HARCAMALARININ VELİLERİN SIRTINA YIKILMASINA SON VERİLMELİDİR

   Geçtiğimiz 19 yıl içinde AKP hükümetinin içeriğine yönelik siyasal-ideolojik müdahaleleri ve bunun yarattığı olumsuz değişikliklerine paralel olarak, hükümetin eğitimin finansmanı içindeki payı azalırken, velilerin eğitimin finansmanına katkısının sürekli olarak artmış olması bugün ve gelecek açısından son derece düşündürücüdür.

   Eğitim sistemi, her geçen yıl daha fazla paralı hale getirilirken milyonlarca öğrenci velisi çocuklarını okutabilmek için bütçelerine göre çok yüksek rakamlarla harcama yapmak zorunda bırakılmaktadır. Halkın ödediği vergileri, halkın ihtiyaçları için harcamaktan kaçınanlar, herkesin eşit ve parasız olarak yararlanması gereken eğitim hakkını para ile satmaya çalışanlar bu durumun öncelikli sorumlusudur.

   Benimsediği politikalarla eğitimi tamamen paralı hale getirmek isteyenler, eğitim harcamalarını öğrenci velilerinin üzerine yıkarak böylesine olumsuz bir tablonun oluşmasına neden olanlardır. Her yıl eğitimde ve diğer kamu hizmetleri alanında çeşitli adlar altında yapılan “büyük soyguna” artık son verilmeli, herkes için gerçek anlamda eşit ve parasız eğitim hakkı hayata geçirilmelidir.

   Kamusal eğitim, siyasal iktidarın ve bir bütün olarak devlet aygıtının hem sınıfsal hem de demokratik talepleri karşılaması için zorlandığı, eğitim hizmetinin herkes için eşit, parasız, nitelikli ve ulaşılabilir olmasını ifade eden bir kavramdır. Bir ülkede herkesin eşit koşullarda yararlanabileceği bir eğitim hakkından bahsedebilmek için eğitimin fiziksel ve ekonomik yönden de erişilebilir olması gerekir. Eğitime erişim hakkını düzenleyen her türlü ulusal/uluslararası yasa/sözleşme, devletlere bu hakkın ayrım yapılmaksızın sağlanması yükümlülüğünü getirmektedir.

   Kamu okullarına, yurtlarına ayrılmayan eğitim bütçe kaynaklarının eğitim yatırımları yerine özel okullara çeşitli adlar altında transfer edilmesi ülkenin tüm yurttaşlarının vergilerinin, emeğinin kamu yararına aykırı bir şeklide kullanılması anlamına gelmektedir. Ayrıca devletin asli sorumluluğu olan kamusal eğitim hakkının en temel ilkelerinden birisi eğitimin herkes için eşit koşullarda ulaşılabilir olmasının sağlanmasıdır.

   Herkese eşit ve parasız eğitim hakkı hayata geçirilmeden, bunun için ülke çapında kamusal eğitim uygulamaları için somut adımlar atmadan hane halkının cebinden yaptığı eğitim harcamalarındaki artışı durdurabilmek mümkün değildir.

EĞİTİMDE GÜVENCESİZ İSTİHDAM VE ESNEK ÇALIŞMA UYGULAMALARI

Türkiye’de salgın süresince uygulanan ‘uzaktan öğretim’ süreci, eğitimde esnek ve güvencesiz çalışma uygulamalarının yaygınlaştırılması için bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Yasalarla tanımlanmış sekiz saatlik çalışma süresi öğrencileri ve velileri desteklemek üzere daha uzun saatlere, akşam saatlerine ve hafta sonlarına kadar uzamıştır. Okul çağında çocukları olan eğitim ve bilim 4 emekçileri evde sessiz bir yer bulmak için büyük özverilerde bulunarak çalışmalarını sürdürmüşlerdir. Bu çabalara karşın, özellikle kadın emekçilerin yoğun ev içi emeği, eğitim alanının genel görünmezliği durumunun uzantısı olarak daha da görünmez kılınmıştır.

   15 Temmuz sonrasında tüm kamuda olduğu gibi eğitim alanında da sözlü sınav/mülakat üzerinden kullanılarak sözleşmeli öğretmen atamaları yapılmaya başlanmıştır. Öğretmen atamalarında mülakat ve sözleşmeli istihdam uygulamasında ısrar, liyakatin adım adım terk edilmesini beraberinde getirmiştir. Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasıyla birlikte eğitimde güvencesiz istihdama kapı aralanması sağlanmıştır. Sayıları 120bini aşansözleşmeli öğretmenlerin mazerete dayalı tayin hakkı sorunu sürerken, 3 yıl +1 yıl sözleşmeli istihdam düzenlemesi var olan sorunları daha da derinleştirmiştir.

   Ülke çapında görev yapan ve tamamıyakını asgari ücretin altında ücret alan ve sigortaları 13-15 gün üzerinden yatan ücretli öğretmen sayısı ise 90 bine yakındır. Yıllardır fiilen uygulanan ücretli öğretmenlik gerçekliği önümüzdeki temel sorunlardan birisi olması nedeniyle eşit işe eşit ücret hakkının ve tüm özlük mesleki hakların bütün öğretmenler için uygulanması gerekmektedir.

   Sözleşmeli öğretmenlik mülakatında sorulan ve öğretmenlikle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan ve basına da yansıyan siyasi içerikli sorular üzerinden KPSS’de yüksek puan alan çok sayıda öğretmen adayının elenmesine neden olmuştur.

   Öğretmenler arasında kadrolu, sözleşmeli ya da ücretli öğretmen ayrımı yapılması doğru değildir. Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlerin mevcut çalışma koşulları ile öğrencilere ve genel olarak eğitime yeterince faydasının olması mümkün değildir. Eğitimin niteliği düşünülüyorsa sözleşmeli, ücretli ya da başka bir ad altında yapılan öğretmenlik uygulamalarının tamamına son verilmelidir.

   Kamu hizmetlerinin sürekliliği, düzenliliği ve halka daha nitelikli olarak sunulması için eğitimde her türlü güvencesiz istihdam uygulamasından derhal vazgeçilmeli, ataması yapılmayan öğretmenler sorunu kalıcı olarak çözülerek herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır.

   Bu yetmiyormuş gibi kariyer basamakları adı altında çıkarılan sınav çalışma barışını bozarak, öğrenmen onurunu zedelemiştir. Sınav hemen iptal edilmeli, öğretmenlerin kayıpları giderilmelidir.

ATAMASI YAPILMAYAN ÖĞRETMENLER SORUNU VE EMEKLİ OLAN ÖĞRETMENLER

Türkiye çapında eğiti öğretim hizmet kolunda görev yapan 974 bin 837 öğretmenin (87 bin 741’i eğitim yöneticisi) yüzde 71’i (693 bin 22) son 19 yıl içinde atanmıştır. Aynı süre içinde KPSS’ye giren her 100öğretmenden sadece 16’sının ataması yapılmış, geriye kalan 84 işsiz öğretmen ya tekrar sınava girmek ya da başka alanlarda çalışmak zorunda bırakılmıştır. Ataması yapılmayan öğretmenlerin zorunlu olarak meslekleri dışında işler yapmaya zorlanması ve meslekleri ile ilgisi olmayan alanlarda çalışmak zorunda bırakılması Türkiye için utanç vericidir.

   Son 19 yıl içinde atanan öğretmenlerin yüzde 71’i AKP hükümetleri döneminde göreve başlamış olmakla birlikte, aynı dönemde 245 bin 684 deneyimli öğretmen emekli olmuştur. Öğretmenlerin emeklilik oranları 2008 yılına kadar yüksek seyrederken, 2008 yılında sosyal güvenlik sisteminde yapılan değişiklik sonrasında emekli aylıklarındaki ‘aylık bağlama oranı’nın düşürülmesinin ardından emeklilik sayılarında belirgin bir azalma yaşanması dikkat çekicidir. Bu durumun temel nedeni öğretmenlerin çalışırken aldıkları maaşın, emekli olduklarında yarı yarıya azalıyor olmasıdır.

   Öğretmenler arasında kadrolu, sözleşmeli ya da ücretli öğretmen ayrımı yapılması doğru değildir. Eğitimde yaşanan nitelik bozulmasının bir nedeni de, öğretmen alımında güvencesiz istihdam politikalarının benimsenmesidir. Bütün öğretmenlerin kadrolu çalışması sağlanana kadar, en azından bugün için sözleşmeli ve ücretli öğretmenlere yönelik ayrımcı ve hukuksuz uygulamalardan vazgeçilmelidir.

   Sözleşmeli ve ücretli öğretmenlerin mevcut çalışma koşulları ile öğrencilere ve genel olarak eğitim sistemine faydasının olmadığı geçmiş uygulamalarla somut bir şekilde görülmüştür. Kamu hizmetlerinin sürekliliği, düzenliliği ve halka daha nitelikli olarak sunulması için eğitimde her türlü güvencesiz istihdam uygulamasından derhal vazgeçilmeli, ataması yapılmayan öğretmenler sorunu kalıcı olarak çözülerek herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır.

SONUÇ

   MEB’in bugüne kadar eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek için gerekli adımları atmaktan geri durduğunu söylemek mümkündür.

   Eğitim alanında yaşanan yapısal sorunlara kalıcı çözümler üretilmemesi nedeniyle bu yıl da okulların büyük bir belirsizlikle açılmaktadır. Eğitime erişimde yaşanan sorunlar başta olmak üzere eğitimde dayatmacı politikaların sürmesi nedeniyle öğrencilerin ve öğretmenlerin mutsuz olduğu, eğitim sürecinde farklı dil, kimlik ve inançların dışlandığı, eğitimin zaten sorunlu olan niteliğinin daha da kötüleştiği, öğretmenlerin esnek, güvencesiz ve angarya çalışmaya zorlandığı bir eğitim sisteminin başarılı olması mümkün değildir.

   Kamusal eğitim, siyasal iktidarın ve bir bütün olarak devletin ekonomik ve demokratik talepleri karşılaması için zorlandığı, eğitim hizmetinin herkes için eşit, parasız, nitelikli ve ulaşılabilir olmasını ifade eden bir kavramdır. Bir ülkede herkesin eşit koşullarda yararlanabileceği bir eğitim hakkından bahsedebilmek için eğitimin fiziksel ve ekonomik yönden de erişilebilir olması gerekir. Eğitime erişim hakkını düzenleyen her türlü ulusal/uluslararası yasa/sözleşme, devletlere bu hakkın ayrım yapılmaksızın sağlanması yükümlülüğünü getirmektedir.

   Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okulöncesinden üniversiteye kadar bilimin ve laikliğin değil, ayrımcılıkların ve inanç istismarının referans alındığı bir eğitim sisteminde eğitim ve bilim emekçileri olarak kamusal, bilimsel, demokratik, laik eğitim hakkı için mücadelemizi sürdüreceğimiz bilinmelidir.”

Reklam
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

YORUM YAZ