Reklam
Reklam

DEVLETÇİLİK VE ÖZELLEŞTİRMEDE AKP YALANLARI

DEVLETÇİLİK VE ÖZELLEŞTİRMEDE AKP YALANLARI
  • 09.02.2022
Reklam

Özelleştirmede ana sorun hep kamuda teknoloji yetersizliği, partizanlık yüzünden şişirilmiş kadrolar ve liberalizmin gereği devletin ekonomiden elini çekmesi gösterildi. Ama şu hiç söylenmedi; kamuda stratejik hizmet alanları neydi ve bunların özelleştirilmesi tüm dünyada olduğu gibi bizde de özel yasalarla korunmalıydı… Korunmadı… Saklandı… Gözardı edildi.

Devletçilik ekonomi kamu payı demektir. Yani stratejik ve büyük mali güç gerektiren işler devletçe yapılır ve piyasada denge unsuru olarak kalır. Aynı zamanda bir kalkınma teorisidir de. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya ve Japonya bu yöntemle tekrar ayağa kalkma becerisini göstermişlerdir. Avantajları ise büyük bir teknolojik birikime sahip olmalarıydı. Kamu yatırımlarına dünya nasıl bakıyor?

OECD kamu yatırım ve işletmeleri için stratejik saydığı yedi sektör sayar. 2005 yılında bu sektörlerin sayısı yedi olarak tanımlanıyor. Bunlar; posta, Telekom / medya, demiryolları, elektrik, gaz / petrol / kömür, hava taşımacılığı ve finansal hizmetler olarak sınıflandırılıyor. Bunlara sonradan; hidrokarbon üretimi ve rafinesi, imalat, finans, telekomünikasyon, elektrik ve gaz, ulaşım, gayrimenkul, diğer hizmetler (elektrik, gaz ve posta hizmet operatörlerini kapsıyor) ve diğer faaliyetler ekleniyor.

Yani bu sektörler her ülke için önem arz ediyor. Dünya kamu sektöründen asla vazgeçmiyor ve güçlendiriyor.

Kitler Avrupa’da iç piyasaya nazaran çok ciddi  bir varlık ya bizde nasıl?

“Ülke KİT Payı Göstergesi’’nde OECD verilerine göre, 1-100 arasında olan bu sayı Türkiye için 2.8 olarak veriliyor. Bu sayı, devlet mülkiyetinin ekonomiyi tanımlama ve belirlemedeki ağırlığının düşük olduğunu ifade ediyor.

Peki bizde nasıl oluyor da ”babalar gibi satılıyor” kamu yatırımları? Siyasi tercih mi yoksa AB baskısı mı? Bence her ikisi de. AKP global şirketlere ülke pazarlarını liberalizm yalanlarıyla öyle açıyor ki ülkede artık üretim dış borç alınmadan yapılamaz hale geliyor. AB ve ABD kendi ekonomik yapılarına tamamen bağımlı bir Türkiye istiyor aslında ve bunu gerçekleştirmek için ülkenin siyasi dengesi ile oynadılar. Parlamentonun devre dışı kalmasını sağladılar ve Türk tipi başkanlık yalanlarıyla ülkenin ekonomik yapısının bozulup, kendilerine yedeklik yapmasını sağladılar. AKP partizanları da özelleştirilen tesisleri sırf para uğruna yağmalayıp baltaladılar.

Kapitalist ülkelerde ekonomi yönetimi sanıldığı gibi tamamen özel sektörce yürütülmüyor. Ekonomik hayatta devletin payı; Amerika’da %32,3, Almanya’da %49, Avustralya’da %51,7, Fransa’da %54,25, İngiltere’de %41, İsveç’te %62,3, İsviçre’de %48,8, İtalya’da %50,2, Japonya’da %35, Kanada’da %42,3 olarak yer alıyor. Bu oran Türkiye’de ise %26,6 olarak bulunuyor.

Bu rakamlar AB ülkelerinde kamunun devlete yük olmadığını gösteriyor. Ama bizde  yük olarak gösterildi. Kitlerin yeniden düzenlenmesi kârlı hale getirilmesi ve yönetilmesi göz ardı edildi, üstelik bilinçli bir yağma talan uğruna.

Peki kamu yatırımları ülkedeki üretimde dengeyi sağlamıyor muydu? işsizliğe çare değil miydi? Kamu yatırımları ülke içi ve dışı ekonomik faaliyetlerde dengeleyici rolüne olacaktı? Günümüzün en büyük sorunu bu değil mi? Kamuya atanamayan 500.000 öğretmen ihtiyacı var, doktor ihtiyacı var ,teknik personel ihtiyacı var… Var oğlu var. Ama imam ihtiyacı yok ,fazlası var çünkü.

Dünyada ve ülkemizde en önemli sorun işsizlik ve istihdam sorunu olarak yer alıyor. ABD’de 13, Finlandiya’da 10, Kanada’da 12, Almanya ve Hollanda’da 19, İspanya ve İtalya’da 25 kişiden biri kamu çalışanı oluyor. Türkiye’de ise 30 kişiden biri kamuda çalışıyor. Kamu çalışanlarının nüfusa oranı ülkemizde 3,34, ABD’de 7,46 oluyor.

Devletlerin toplam istihdam içindeki payları şu şekilde veriliyor: Finlandiya %24, Fransa %22, Kanada %17, ABD %15, İspanya %15, İrlanda %15, Belçika %15, Portekiz %15, Almanya %12 ve Türkiye %9.

Özelleştirmede AKP suçu ağır dedik ya; bu dünya yolsuzluk, rüşvet ve kamu malı yağmalanmasında en geçerli istatistiklerde kendini açıkça gösteriyor.

Türkiye, 1995 yılında yolsuzluk algı endeksinde 29. sırada, 2000 yılında 50. sırada, 2019 yılında ise 91. sırada yer alıyor. Yani Türkiye’ye ilişkin kamu kesimindeki yolsuzluk algısı her yıl bozularak devam ediyor.

Özelleştirmeye başlanan 1986 yılından bugüne kadar 184 kuruluş özelleştiriliyor. Bu uygulamalar sonucu 172 kuruluşta hiç kamu payı bırakılmıyor, 12 kuruluşta ise az oranda kamu payı kalıyor. Özleştirilen şirketler genellikle de konu ile lakası olmayan şirketlere blok olarak satılıyor. Mülkiyet halka yayılmıyor. Halk ekonomiye doğrudan katılmıyor. Zarar eden kurumların kâr etmesi bir yana kâr eden kurumlar bile kapanıyor. Yapılan özelleştirmelere baktığımızda birçoğu maliyetlerinin çok altında, karlarının birkaç yıllığına veriliyor, hemen hemen bedelsiz haraç-mezat elden çıkartıldı, hiçbir yeni yatırım yapılmadı ve sanayileşmeye hiç katkı sağlanmadı.

Bu özelleştirmeler esnasında stratejik kurum ve işletmeler ya tamamen kapatılıyor ya da özelleştirilirken yatırım yapma / iyileştirme şartı getirilmiyor, getirilse de takip edilmiyor.

Dostlar ülke yağmalanmakla kalmadı, ekonomik yapıları işleyişi, pazarı, çalışanı ile darmadağın edildi. AB ve ABD emperyalizminin açık saldırılarını hedefi oldu. İkide bir şimdi ”dış güçler” hikayesinin aslı budur. Sen ekonomini uluslararası global şirketlerin saldırılarına açık tutan çalışmalar içindeysen onlarda kendi çıkarları uğruna her şeyi yaparlar. Ekonomi bilimi nasla falan yürümez. Bilim ve bilimsel analiz ve çalışmalardan uzaklaştığın müddetçe ezilirsin. Yarattığın çöküntünün enkazı altında kalırsın. Bu gün tamda bunu yaşıyoruz.

ÜRETEMEZSENİN İTHALATA İHTİYAÇ DUYARSINIZ

İTHALAT İÇİNSE DOLARA, DOLAR İÇİN İHRACATA YANİ ÜRETİME

Bu sarmal akıllanmazsak sürer gider, hayat pahalılığı, enflasyon, borçlanma girdabında halk inim inim inler. Özelleştirme süreci bu işin aslında a b c si idi. Üretimin ekonomiden koparılması ve ihtiyaçları tüketime dayalı bir ekonomik yapı kurulması AKP tercihi idi. Özelleştirmeden kaynaklanan paralara sanırım çok  ihtiyaçları vardı. Ve sanırım ki ülke umurlarında değildi, yoksa o kadar ekonomisti bünyelerinde çalıştırmak boşa olmamalıydı.

AKP BU SÜREÇTE SUÇLUDUR. Seçimlerde de bu suçun cezasını almalıdır.

Demem o ki sırf yalan propaganda ile devlet işleri yürümüyor, sırf basını ele geçirip gerçekleri gizletmekle olmuyor, televizyonlarda tek taraflı yayınla da olmuyor, yargıyı ele geçirip her konuşanı tutuklatma tehdidi ile susturmakla da olmuyor.

Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. Yolumuz Mustafa Kemal’in başlattığı aydınlanma yolu olmalıdır ve bu yol asla dünyanın geldiği ekonomik ve teknolojik birikime uzak olmamalıdır.

İyi bir hafta dileklerimle…

Not: İstatistiki verilerinden yararlandığım Osman Aydoğan’a teşekkürlerimle.

Reklam
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

YORUM YAZ