“BUGÜN SES ÇIKARMAZSAK, YARIN KENDİ TARLAMIZDA BİR YABANCI GİBİ DURURUZ!”

Keşan Kent Konseyi ve Kent Çevre ve Ekolojik Meclisi tarafından, Boztepe, Türkmen, Akçeşme ve Kılıçköy meralarında planlanan jeotermal kaynak arama projesi ile ilgili “Toprağımıza, suyumuza, geleceğimize el konuyor: Boztepe, Türkmen, Akçeşme, Kılıçköy ve çevresinde sessiz bir talan” başlıklı yazılı açıklama yapıldı.
Açıklamada, şu ifadelere yer verildi: “Keşan’ın bereketli toprakları; Boztepe, Akçeşme, Türkmen ve Kılıçköy… Yıllardır beklenen Hamzadere Projesi sayesinde bu köylerin toprakları nihayet suya kavuştu. Üretim artacak, köylünün yüzü gülecekti. Ancak tam da bu umut yeşermişken, sessiz ama derin bir tehdit ortaya çıktı: jeotermal kaynak arama projesi.
Hamzadere’nin bölgeye katkısını anlamak için biraz geriye gitmek gerek. 1980’lerde devlet eliyle başlatılan sulama projeleri sayesinde Keşan’ın birçok köyü kuraklıktan kurtulmuş, çeltik, ayçiçeği ve bostan tarlaları suyla buluşmuştu. O dönem yatırımlar, köylünün üretici kimliğini korumuştu. Bugün ise aynı topraklar, kamu yararından çok özel çıkarlarla yönlendiriliyor.
Bir özel firma, dört köyün ortasında 5-6 bin dekarlık alanda 800-1000 metre derinliğinde sondajlarla jeotermal kaynak arıyor. Ama mesele yalnızca arama değil. Eğer yeterli kaynak bulunamazsa, bu alan kaplıca, ılıca, sera yatırımı gibi projelere dönüştürülmek isteniyor. Yani hangi koşulda olursa olsun, köylünün ortak malı olan toprak özel sektöre devrediliyor.
Türkiye’nin dört bir yanında benzer süreçler defalarca yaşandı. Kazdağları’nda Alamos Gold’un madeni, 350 bin ağacın kesilmesine yol açtı. Munzur Vadisi’nde HES projeleri, kamu yararı bahanesiyle dayatıldı. Karlıköyde, Yeşilköy’de süreç devam ediyor,
Kocasıdır’da Dsi projesiyle ıslah edilmeye başlayan meraya güneş santralleriyle çökme çabası var. Bu örnekler, Keşan’daki sürecin yeni bir versiyonu.
Proje, kamuoyunun ‘Zeytin Talanı Yasası’ olarak bildiği torba yasa aracılığıyla yasal zemin buluyor. Artık ne halkın katılımı isteniyor ne de ÇED toplantısı yapılıyor. Vatandaşa bir şey sorulmadan, ‘devletin üstün çıkarı’ gibi soyut kavramlarla projelere doğrudan başlama yetkisi veriliyor.
Oysa bu yasa sadece zeytinlikleri değil, tüm kırsal üretim alanlarını hedef alıyor. Zeytin Yasası 2014’te değiştirilmek istendi, 2017’de Meclis’e sunuldu ama halk tepkisiyle geri çekildi. 2025’te ise sessizce torba kanunla geçirildi. Bu, halk iradesinin açıkça yok sayılmasıdır.
Benzer bir durum geçmişte Keşan’da yaşandı. İktidar partisinden seçilen belediye başkanı, halkın karşı çıktığı FSRU projesini ‘stratejik yatırım’ diyerek savundu. Bugün o proje hâlâ tam olarak devreye girmedi; doğaya ya da halka somut bir katkısı olmadı. Ama halkın sözü yine dikkate alınmadı. LNG tankerleri Ganos fayında derinliklere bekliyorlar.
FSRU, Türkiye’nin diğer sahil bölgelerinde de benzer sonuçlar doğurdu. Kıyılar enerji bahanesiyle sınırlandırıldı ama ne istihdam ne de yerel kalkınma sağlandı. Sonuç: doğa tahribatı, hayal kırıklığı, mağdur köylü.
Şimdi aynı senaryo jeotermal adıyla tekrarlanıyor. Hedefte yine köylünün toprağı, merası, emeği var. Keşan’ın iktidar partili milletvekili de, adeta özel şirketin sözcüsü gibi tarım yerine sıcak su çıkarılmasını, olmadı sera yapılmasını savunuyor. Bu yaklaşım yalnızca bir proje değil, halkın sesini bastırma girişimidir. Oysa toprağını kaybeden köylü üretici olamaz.
Su ile buluşmuş bu toprakların ‘ılıca’ bahanesiyle özel sektöre devri, üretimden ve yerel ekonomiden vazgeçmek demektir.
Bugün Türkiye’nin dört bir yanında özel sektör projeleri ‘torba yasa’ kılıfıyla sessizce ilerliyor. Eskiden halkın tepkisi ve hukuk süreciyle durdurulabilen bu girişimler artık ‘acele kamulaştırma’ bile beklemeden doğrudan uygulamaya geçebiliyor. Zeytin ağacının bile güvencesi kalmadı. Emeğin, doğanın sahibi olan halk ise sürecin tamamen dışına itiliyor.
‘ZEYTİNLİKLERDE VURGUN TALİMATI DAHA MÜREKKEBİ KURUMADAN GELDİ’
Zeytinlikleri hedef alan yasa, Meclis’ten yangından mal kaçırır gibi geçirildi. Ne kapsamı netleşti, ne kamuoyuna açıklama yapıldı. Ama asıl skandal, imzanın ardından hemen yaşandı: İl müdürlüklerine ‘ÇED gerekli değildir, hemen faaliyete geçin!’ talimatı gönderildi.
Planlama yok, denetim yok ama organize bir vurgun var. Bu sadece zeytinliklerin değil, hukuk devletinin de yok sayılmasıdır. Köylünün tarlası, merası, yaşam alanı hızla özel sektöre aktarılıyor.
Bu yasal kılıf, aslında rant projelerinin üstünü örten ince bir perdeye dönüştü. Kamu yararı gibi sunulan bu girişimler, doğrudan sermaye gruplarının çıkarına hizmet ediyor. Oysa gerçek kamu yararı; halkın üretim yapabildiği, suyunu ve toprağını koruyabildiği bir düzendir. Bugün susarsak, yarın ne ağacımız kalacak, ne de gölgesinde soluklanacak bir yerimiz.
Bu mesele sadece jeotermal değil; halkın izni olmadan, özel çıkar uğruna toprağın el değiştirmesidir.
Bugün ses çıkarmazsak, yarın kendi tarlamızda bir yabancı gibi dururuz.
Zeytin ağaçları, tarım toprakları, meralar artık halka sorulmadan, halka rağmen sermayeye peşkeş çekiliyor .
Toprağı, tarlayı, merayı kısaca Vatanı savunma vakti geldi de geçiyor,
Haydi atalarımızın mirası vatan topraklarını özel şirketlere karşı savunma vakti. Haydi vakit geçmeden… Haydi…”
