Reklam
Reklam

İKTİDAR MEDYASINDAN İNCİLER

Mehmet Uslu
Mehmet Uslu
  • 26.02.2022

Yazılı ve görsel medya, toplumun gözü, kulağı ve sesidir. Konumuz yazılı medya. Yazılı medyadaki köşe yazarlarının görevi, iktidar şakşakçılığı yapmak olmamalıdır. Yapılan doğru ve güzel  şeyleri topluma sunmakla beraber, iktidarın hatalarını da eleştirebilmelilerdir.
Ülkemin insanlarının siyasiler tarafından karpuz gibi ikiye bölündüğü aşikârdır. Medyadaki  bölünme  ise %10’a, %90, hatta, %5’e, %95 diyebiliriz. Yani, yazılı medyanın  tamamına yakını, iktidarın kontrolü altındadır. Yandaş medya denilen yazılı basında,  iktidarı eleştiren yazı ve söylem görmek neredeyse imkânsızdır. Bugün, bu medyadaki birkaç köşe yazısından bölümler alıp, eleştirilerde bulunacağım. Medyaya yansıyan iki söyleme değinip, ondan sonra yazarlara geleceğim.

            Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan: “Hepimiz aynı gemideyiz, kazançtan hep birlikte istifade ettik, külfete de birlikte katlanacağız” demiş. Bir köşe yazısına göre: Cumhurbaşkanı; 100,750 TL, emekli cumhurbaşkanı; 40,300 TL, emekli başbakanlar; 30,225 TL, emekli milletvekilleri; 17,413 TL, asgari ücretli; 4,250 TL, bazı emekliler; 2,500 TL almaktaymış. İçişleri Bakanı, bir milletvekilinin Sedat Peker’den ayda10 bin dolar aldığını söylemişti.  3-5 yerden maaş alanların gelirlerini de hesap edelim. Market raflarındaki külfet herkese aynı, peki, nimet aynı mı? Gelirleri kıyaslayın bakalım.
Avukat kökenli AKP Meclis Grup Başkanvekili M. Emin Akbaşoğlu: “150 Euro’luk poşet, %7 enflasyon olan Fransa’da, 750-800 Euro’ya doluyor” demiş. Aslında Fransa’da yıllık enflasyon %2,8 miş. 150X2,8= 154,2  Euro oluyor. Fransa’da %7 artışı 7 kat artış olarak hesap edenler, bizde enflasyon %10’dan %20’ye çıksa, artışı, 2 kat olarak gösterirler.
İktidar yandaşı bir gazetenin  köşe yazarlarını okumaya ne  dersiniz?
“6 muhalif partinin içinde iki lider var ki, 28 Şubat Darbesi’ne bizzat maruz kalmışlardır. Biri Erbakan’ın milli görüşünü temsil eden Temel Bey, diğeri ise Başbakan Tansu Çiller’in bakanı Akşener. Babacan ve Davutoğlu da 28 Şubat’tan fikren darbe yemişlerdir aslında. Eh, DP Lideri zaten 27 Mayıs’ın aziz hatırasını temsil ediyor. Geriye kim kalıyor? Sadece CHP lideri. Sicilinde hiç darbe izi yok. Gerçi 12 Eylül CHP’ye de çarpmıştı ama o CHP, Ecevit’in CHP’siydi.”
            Şu akıla, şu mantığa bakar mısınız:
Kılıçdaroğlu 2010  yılında CHP Genel Başkanı olmuş. 90 yıl önceki, tek parti döneminde yaşananlardan sorumlu, ama 1980’deki  CHP,  Ecevit’in CHP’si imiş. Gültekin Uysal 2012 yılında Demokrat  Parti Genel Başkanı olmuş. DP, 27 Mayıs’ın (1960) aziz hatırasını temsil ediyor, deniyor. iş CHP’ye gelince, Kılıçdaroğlu’nun sicilinde darbe izi yok. Allah akıl fikir versin.
Aynı yazar bir başka yazısında: “Elektrik faturalarının yüksek sırrı: Buzdolabında, bulaşık makinesinde, çamaşır makinesinde, kurutma makinesinde ve her türlü medeni eşyada yatıyor. Halbuki, eskisi gibi sadece bir tel dolapla yetinseydik, bu yüksek faturalara hiç muhatap olmayacaktık. Ne yapalım? Dönelim mi eski yıllara? Var mısınız?”


Siz, ne derseniz deyin, ben hiçbir şey demiyorum.
Bir köşe yazarı: “Geçen akşam uzun bir söyleşi yaptık Binali Yıldırım’la. Bu söyleşinin ardından ulaştığım sonucu aktarıyorum: Binali Yıldırım, nedenler ve sonuçlar olgusuna bir mühendis disipliniyle yaklaşıyor, bu nedenle inandırıcılık ve ikna edicilik açısından iyiydi” diyor.         Arkasında Recep Tayyip Erdoğan gibi birisi olduğu halde, 23 Haziran 2019 yerel seçimlerinde Ekrem İmamoğlu karşısında 800 bin oy farkı yiyen Binali Yıldırım’ı  “inandırıcılık ve ikna edicilik” açısından başarılı bulmak, bana biraz saçma gibi geldi.
Bir başka köşe yazarı: “ İlk Binali Bey’den duymuştum. Dost ülkeleri çoğaltalım, düşmanları azaltalım. İyi bir hedefti bu. Nitekim, yıllar sonra bölgemizdeki bütün devletlere bir barış taarruzuna geçtik. Önce Rusya’yla başlayan iyi ilişkiler, sonunda İsrail ve Arap ülkelerine kadar geldi, uzandı, iyi gidiyor” yazmış.
Yazacak bir şey bulamıyorlar herhalde. Dünyayı; Rusya, İsrail ve Arap Dünyası ile sınırlamak, yaşama at gözlüğü ile bakmak değil mi? Batı nerede?
Bir başkası da okurundan gelen mesajı paylaşmış. Okur mesajında: “Şimdiye kadar yüzlerce Osmanlı Mahkeme Defteri’nden (Şer’iye Sicili) binlerce mahkeme kaydı inceledim. Bir tane kadın cinayeti yoktu. Acaba kendimizi bir daha gözden mi geçirsek. Modern dünya bize neler yapmış” diyor.
Osmanlı’da kadının, “HAYIR” sözcüğünü kullanma hakkı yoktu ki. Her bir 3-4 tanesi; bir erkeğin kulu-kölesi, her bir 30-40 tanesi de padişahın cariyesi veya gözdesi olarak yaşam sürdürüyordu. Kadın cinayeti yoktu ama erkek cinayeti çoktu. Bazı padişahlar zehirlenerek veya boğdurularak öldürüldü. Mesela 3. Mehmet, tahta geçtiği günün akşamında, 19 erkek kardeşini boğdurarak öldürmüştü. Hatta, babası 3. Murat’dan hamile kaldığı şüphesi bulunan kadınları bile boğdurarak denize attırdığı iddia edilmektedir.
İktidar şakşakçılığından başka bir şey yazmayan/yazamayan iktidar medyası yazarları; işler biraz kötü gitmeye başladığını da, doğruları yazmak, eleştiri yapmak  yerine, böyle absürt yazılarla, algı yaratmaya çalışıyorlar.
Saygılarımla.   26.02.2022  Mehmet USLU– Emekli öğretmen

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

YORUM YAZ