Reklam
Reklam

KÖPRÜDEN ÖNCEKİ SON ÇIKIŞ

Mehmet Uslu
Mehmet Uslu
  • 11.02.2024

Yazı başlığının anlamı; “son uyarı” demektir. Bu uyarıyı dikkate almaz ve devam ederseniz; artık geri dönüş olmaz.
Yazı içeriğine girmeden, bir hikâye anlatmama izin verirsiniz herhalde.
Krallıkla yönetilen bir ülkede, sıradan bir vatandaş öldüğünde; yerleşim yerindeki kilise çanı bir defa, eşraftan biri öldüğünde; iki defa, bir devlet büyüğü öldüğünde; üç defa, kral öldüğünde ise; dört defa çalarrmış. Bir gün kilise çanı; arka arkaya beş defa çalmış.
Kraldan büyük kim ölebilir ki diyen halk sokağa fırlamış. Meğer o gün yerel mahkeme; suçsuz bir vatandaşa, mahkûmiyet kararı vermiş. ADALET ÖLDÜ deyip, çanı beş defa çalmışlar.

            Ülkemizde adalet; yıllardır ölüyor, öldürülüyor, kimsenin umurunda bile değil. Yıllar yılı birçok dava, duruşmalar bilerek ertelendi ve zaman aşımına uğratılarak, dosyaları kapandı. 15 Temmuz’a giden yolun taşları; Ergenekon, Balyoz, Ayışığı gibi davalarda adalet öldürülerek döşendi. Uyduruk davalarla, Silahlı Kuvvetler ve yargı kurumlarında tasfiyeler yapıldı. Suçsuz olduğu halde mahkûm olanlar, “HAK İHLALİ” kararıyla beraat ettiler.
14-28 Mayıs 2023 Genel Seçimleri sonrası ülkemde adalet; bir defa daha öldürüldü. Şerafettin Can Atalay cezaevinde iken, partisi tarafından milletvekili adayı gösterildi ve gerekli oyu alıp seçildi. Ancak; aradan 9 ay gibi bir zaman geçmesine rağmen, Meclis’ e gelip yemin edemedi ve görevine başlayamadı. Dosyası; yerel mahkeme, Yargıtay, AYM arasında mekik dokudu. Ne yerel mahkeme ne de Yargıtay; en üst karar mercii olan AYM’nin HAK İHLALİ kararlarını uygulamadı. Son olarak Meclis’te milletvekilliği düşürüldü.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruları önlemek için yasa düzenlemesiyle, AYM’ye kişisel başvuru hakkı tanındı. Anayasa’mıza göre AYM kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını,
idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Ben olaya, başka bir yönden de bakmak istiyorum:
Türkiye’de; seçim işlerinden sorumlu olan kurum: YÜKSEK SEÇİM KURULUDUR. YSK Kanunu der ki: “Yeksek Seçim Kurulu kararları için hiçbir mercie başvuramazsınız.” YSK, Can Atalay’ın seçim başvurusunu kabul etmiş, adı geçen kişi seçimde yeterli oyu almış, YSK kendisine milletvekili mazbatasını vermiş, seçim sonucunu TBMM’ye bildirmiş, yemin töreninde adı okunmuş. Kısacası bu kişi; “Meclis’te olmalı” demiş. Yasa; YSK kararları için hiçbir mercie başvuramazsınız diyor ama YSK’nın yukarıda saydığım kararlarına rağmen, gereği yerine getirilmemiştir.
Laiklik ilkesinin çiğnenip eğitimin dinselleştirilmesi, şeriat isteriz gösterilerine karşılık, hiçbir yargı kurumunun devreye girmemesi, adaletin öldüğünün bir göstergesi olamaz mı?
Adalet ölürse/ öldürülürse neler mi olur?
Hiç kimsenin ne mal ne de can güvenliği kalır. Ortada ne yasa ne de Anayasa’dan söz edilebilir. Hukukun üstünlüğü değil, üstünlerin hukuku geçerli olur. Adalet ölürse; devlet de ölür.

            Artık yazı başlığının konusu olan yerel seçimlere gelelim mi?
Bundan önceki yerel seçimler; 31 Mart 2019 tarihinde yapılmıştı. Ay ve gün aynı olmakla birlikte haliyle yıl değişmiş oldu. O tarihte Ekrem İmamoğlu 13 bin oy farkla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmişti. AKP iktidarı; YSK’ya yaptığı baskılar sonucu bu seçimi iptal ettirmiş, 23 Haziran’da İstanbul’da yeniden seçim yapılmıştı. Bu defa fark 806 bin olmuştu. Seçimde suç unsuru oluştuğu söylenen sandık kurullarından ceza alan olmadığına göre; iptal kararı verenler hata yapmıştı. YSK’nın bu hatalı kararı; adaletin öldürülmesi değil miydi?
31 Mart 2024 seçimleri için henüz propaganda dönemi başlamamış olmakla birlikte, kılıçların çok keskin bilendiğini görmekteyiz. İktidar kanadı; “Depremi siyaset malzemesi yapmayın” diyor. Ama 6 Şubat 2023 depreminin yıldönümünde Hatay’a giden Cumhurbaşkanı Erdoğan: “Merkezi yönetim ile yerel yönetim el ele vermezse, dayanışma halinde olmazsa o şehre herhangi bir şey gelmez. Hatay’a geldi mi? Şu anda Hatay garip kaldı, mahzun kaldı” diyor. Bu söylemde, bir nebze de olsa tehdit kokusu yok mu? Bu söylem; depremi siyaset malzemesi yapmak değil mi? Belediye başkanlığını muhalefet partileri kazanırsa; o belediye başka bir ülkeye mi ait oluyor?
Bu söylemden şu anlam da çıkarılabilir: Yerel seçim falan yapmayalım. İktidarda hangi parti varsa, bütün belediyeler o partiden olsun. İktidar; genel seçime de gerek yok diyebilir. Seçilen muhalif belediye başkanları, yasalarımıza göre kayyum atanmak suretiyle görevden de alınabilir. Demokratik seçim yapmayacaksak, KHK ile, başkanlar görevden alınacaksa ve yargı da buna ‘Dur!’ diyemeyecekse, o zaman; Meclis Salonu’nun alnındaki: “Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir” ve mahkeme salonunun alnındaki: “Adalet Mülkün temelidir” sözlerinin ne anlamı kalır?
31 Mart 2019’da İstanbul’u kaybedince, 14 Mayıs 2023’te cezaevindeki Can Atalay yasa gereği milletvekili seçilince; adaleti öldürenler veya öldürülmesine göz yumanların, 31 Mart 2024’te yine İstanbul ve diğer büyükşehirleri kaybedince, adaleti tekrar öldürmeyeceklerini ve öldürülmesine göz yummayacaklarını kim garanti edebilir?
31 Mart sonrası, Türk Adalet’inin tekrar öldürülmemesi adına yazı başlığını KÖPRÜDEN ÖNCEKİ SON ÇIKIŞ olarak kullandım. Son çıkış tabelasını es geçtiğimizde, büyük bir korkuyla; “inşallah bu seçim; son demokratik seçim olmaz” demekten kendimi alıkoyamıyorum. 31 Mart 2024 sonrasında; bir şekilde adaletin ölmesi, öldürülmesi, kısacası yok sayılması; Cumhuriyetimizin geleceği açısından tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Benden söylemesi. Karar sizin.
Saygılarımla. 10.02.2024        Mehmet USLU-Emekli Öğretmen

 

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

YORUM YAZ