Reklam
Reklam

NERDEEEN NEREYE

Mehmet Uslu
Mehmet Uslu
  • 04.09.2022

Atatürkçü Düşünce Derneği grubu olarak elimizde çelengimizle Cumhuriyet Meydanı’na vardığımızda; alanda bir avuç insan vardı. Oysa, o gün, yani, 30 Ağustos günü; bu ülke topraklarının düşman çizmelerinden arındırıldığı günün 100. yıldönümüydü. Cumhuriyet Meydanı’ndaki bu görüntü; belirli gün ve hafta kutlamalarının içinin boşaltıldığının göstergesiydi. Bilindiği gibi son yıllarda milli bayram kutlamaları; yasak savma türü törenlerden öte geçmiyor.
“Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur” diye ünlü bir sözümüz vardır. 26 Ağustos; hem Türk insanının Anadolu’ya ayak bastığı gün hem de 851 yıl sonra, bu toprakları istila eden düşmanların, yurdumuzdan kovulmak üzere harekatın başlatıldığı gündür. Sözün özü: 26 Ağustos 1071 de bizimdir, 26 Ağustos 1922 de bizimdir.  İktidar; 1922’yi  es geçip, kutlama ağırlığını 1071’e vermiş, muhalefet ise 1922 yılı kutlamalarındaydı. O gün sosyal medyada, şöyle bir ileti paylaştım:
“951 yıl önceki zaferi kutlayıp, 100 yıl önceki zaferi es geçenlere sorum dur. 100 yıl önceki zafer olmasaydı: 951 yıl önceki zaferi; nerede kutlayacaktınız?  Her iki zafer de bizimdir. Türk’ün onurudur, gururudur. Kutlu olsun”

            951 yıl önce Türkler Anadolu’ya ayak basmış, yurt edinmiş, devletler kurmuş, 3 kıtaya yayılmış, ama 1919 yılına gelindiğinde, Anadolu’da elimizde bir harman yeri kadar toprak kalmış. Mustafa Kemal ve silah arkadaşları 1914-1915’de; “ÇANAKKALE GEÇİLMEZ” demeseydi, 1922’de düşman denize dökülmeseydi; belki o topraklarda elimizden kayıp gidecekti.
Tekrar, Keşan Cumhuriyet Meydanı’na dönelim mi? Yıllar önce milli bayram kutlaması olduğunda, bu meydanda iğne atsan yere düşmezdi. 30 Ağustos günü; bir zaferin 100. yıldönümüydü. Buna rağmen kutlamaya katılanların sayısı çok azdı. Park tarafındaki insanların arasındaki boşluklarda horon tepebilir, Trakya Karşılaması oynayabilir, Tekirdağ Kasabı ritmiyle, halay bile çekebilirdiniz. Kaymakamlık tarafındaki kaldırımlarda ise canlı namına bir şey yoktu.
Saat 10.00. Saygı duruşu, İstiklal Marşı, çelenk sunumu yapıldı. Sunucunun: “çelenk sunma töreni sona ermiştir” anonsuyla beraber, kaymakam, garnizon komutanı ve belediye başkanı alandan ayrıldı. Az önce üçü de bir aradaydı ama program gereği, kaymakamlıkta resmi kutlama töreni vardı. Belki de bu anonsla birçok vatandaş, törenler sona erdi diyerek alanı terk etti. Kalabalık daha da azaldı. Saat 11.00. Yine saygı duruşu, yine İstiklal Marşı. Tören aracıyla halkın bayramını kutlama, günün anlam ve önemini belirten konuşma, geçit töreni. Bayram bitti. Geçit töreninde; asker vardı, askeri araçlar vardı, bir iki polis aracı ve motosikleti, en sonda da Keşanlı bisikletçiler vardı.
Tören boşluklarında da bol bol: “Onuncu Yıl Marşı” dinledik. Neden mi? Çünkü;  kurtuluşun üzerinden 100 yıl, kuruluşun üzerinden 99 yıl geçtiği halde, halen onbirinci yıl marşını yazamadık. 50. Yıl Marşı’nın ve 75. Yıl Marşı’nın ilk iki dizesini ritmiyle söyleyecek kaç babayiğit var? Neden, çünkü zorlamayla marş yazılmaz ve okunmaz. Seneye belki 100. Yıl Marşı  da yazılacak. Bu marşın içinde: Türkiye’min borçları, ekonominin durumu, halkın sefaleti dile getirilecek mi? Paramızın pul olduğundan söz edilecek mi? Başta; yurtta barış, dünyada barış söylemi olmak üzere, Atatürk İlke ve Devrimleri’nin rafa kaldırıldığından dem vurulacak mı?

            Nerdeeen nereye geldiğimize,  birkaç örnek daha vermek istiyorum.
İktidara göre son çeyrekte ekonomimiz;  %7,6 büyümüş. Paramız, döviz karşısında her gün erirken, ihracatımız 21 milyar dolarda kalıp, ithalatımız 33 miyar dolara yaklaşırken, yani dış ticaret açığı durmadan büyürken, büyümeden, işçinin aldığı pay 7 puan düşüp, sermayenin aldığı pay 5 puan artarken; Türkiye’nin ekonomisi nasıl büyümüş oluyor?
Mustafa Kemal ve silah arkadaşları, “Çanakkale Geçilmez”  dedikten sonra, 23 Nisan 1920’de kurulan Meclis’in,  her adımı için aldığı kararlarla, Kurtuluş Savaşı başlatılmış,  Sakarya kıyısında 22 gün 22 gece silahlar susmamış, 9 Eylül 1922 de düşman İzmir’de denize dökülmüş.
Cumhuriyet’in nimeti olan Meclisi’in koltuğuna daha sonra oturan İsmail Kahraman: “İstanbul’un kurtuluşu 6 Ekim, İzmir’in kurtuluşu 9 Eylül, kim demiş? Cihan harbi bitti, müstevliler alacaklarının birkaç kat mislini aldı ve öyle gittiler, çekildiler. Kurşun sıkmadık ki” demiş. 16 Mayıs 1919’da İzmir’de karaya ayak basan Yunan Askeri, sanki Anadolu’ya turist olarak gelmiş ve gezisi bitince de geriye dönmüş herhalde. Güler misin, ağlar mısın? Böyle bir söylem, Meclis Başkanlığı yapmış kişiye yakışıyor mu?
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, öğretmenleri onurlandırmak için: “Cumhuriyet sizden, fikri hür, vicdanı hür nesiller ister. Öğretmenler; yeni nesil sizin eseriniz olacaktır” demiş. Onun koltuğuna oturan Cumhurbaşkanı Erdoğan ise,  bugün hak arayan öğretmenlere: “Siz, eğitim-öğretim mimarı mısınız, yoksa çapulcu olarak dolaşanlardan mısınız? diyor. Cumhurbaşkanının biri onurlandırıyor, bir diğeri yerden yere vuruyor.
Yazımın sonundaki bu iki söylem;  nerdeeen nereye geldiğimizi anlatmaya yetiyor, hatta artıyor bile. Başka söze gerek var mı?
Saygılarımla.   03.09.2022   Mehmet USLU-Emekli öğretmen

ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

YORUM YAZ